Covid 19 sürecinde Türkiye ve Dünyada sürdürülebilir gıda zinciri


 

    2020 yılında “Covid-19 pandemisi” adı verilen ve tüm dünyayı etkisi altına alan büyük bir biyolojik kriz ile karşı karşıya kalınmıştır. Tarihsel süreçte aslında pek çok biyolojik felaketlerle karşılaşılmıştır. Buna rağmen bu denli büyük bir salgın, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yaşanmaktadır. Pandemi, sağlık sorunu olmasının yanı sıra; güvenlik, direnç, ekonomi, siyaset, toplum, kültür ve güvenilirlik algısındaki farklılaşmalar anlamında da büyük bir küresel problem halini almıştır. Bu dinamik süreç hala devam ettiği için oluşacak sonuçların tamamının net bir şekilde öngörülebilmesi mümkün olmamaktadır. Ancak bu küresel salgının hem ulusal hem de uluslararası sistem bazında bir dönüm noktası olacağına ve tüm sürecin çıktılarının yakından izlenmesi gerektiğine dair yaygın bir kanı vardır.

    Covid-19 pandemisi gibi dünya geneline yayılan ölçekte geniş bir etki alanı bulunan ve dünya nüfusunun önemli bölümünü etkileyebilen krizlerin ve felaketlerin doğurduğu ekonomik sorunlar ile birlikte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde de ekonomik altyapılar oluşturan, kesintisiz gıda tedarik zinciri sistemi ya da sağlık krizlerine karşı hazırlıksız olan ülkelerde ise istikrarsızlık hatta ekonomik ve sosyal karmaşa oluşturma potansiyeli ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan Covid-19 pandemisi, hem ulusal hem de uluslararası anlamda gıda tedariki, lojistiği ve stratejisi bakımından da savunma sanayisini çok yakından ilgilendirmektedir.

    “Güvenlik” denilince genel itibarı ile dış tehditlere karşı alınan önlemler akla gelmektedir. Oysa gelinen süreçte çok daha farklı güvenlik ve güvenilirlik ihtiyaçlarının varlığı ortaya çıkmıştır. İnsan güvenliğinin; dijitalleşme, çevre, ekonomi, sağlık, gıda güvenliği ve güvencesi kaynaklı risklerden ötürü de büyük tehlike altında olduğu ortadadır. Covid-19 riski örneği üzerinden bu tür tehditlerin de öngörülemediği bariz ortadadır. Bu tür öngörülemeyen afetler, riskler ve krizler nedeniyle biyolojik salgın ve felaketler de ulusal güvenlik tehditleri ve eylem planları kapsamına alınmıştır.  Bu başlıklar altında en baştan mevcut ulusal güvenlik planı, program ve stratejileri adına yeni yol haritalarının planlanması ve uygulanması gerekmektedir: Salgın süreci gibi mücbir bir sebeple baş gösteren bu gereklilikler Türkiye’de dijitalleşme, gıda güvencesi, sürdürülebilir gıda ve tarım, akıllı tarım, yapay zeka, Endüstri 4.0, siber güvenlik, gıda güvencesi, gıda güvenliği, biyogüvenlik  konularında yapılan çalışmaların yatırımlarının da hızlandırılması kararı alınmıştır (Çelikkan, 2020).  Tüm krizlere karşı güvenilirlik, esneklik ve sürdürülebilirliğin stratejik önemi artmıştır. Esneklik ve sürdürülebilirlik için öncelikle çok kapsamlı ve detaylandırılmış bir güvenlik programının uygulanması gerekmektedir. Bu güvenlik programının temelinde esasen ekonominin güvenliği ve sağlam temelleri vardır.  Bu kaynaklarda yaşanabilecek uzun süreli, öngörülmemiş bir taraf,  yapı ve kapasite düşüklüğü, ülkelerin toplam kapasitelerinde ve güvenliklerinde büyük kırılganlıklar oluşturacaktır.

    Covid-19 nedenliyle yaşanan bu sürece dair,  uluslararası döngüsel ekonomiye ve gıdanın küresel ticaretine dair bir çalışmaya da ulaşmak mümkündür (STM Think Tech, 2020a).  Yapılan tüm çalışmalarda Covid-19 pandemisi ile gündeme tekrar gelen ve aciliyeti fark edilen gıda güvenliği, güvencesi, sürdürülebilirliği ve ülkelerin direnç ve esneklik seviyesini etkileyebilecek türden tüm ihtimaller değerlendirilmeli, bunlara karşı nasıl bir direnç sistemi oluşturulabileceği değerlendirilmektedir.

    Covid-19, önemli bir sağlık sorunu gibi görülmekle birlikte birçok yönden bir gıda güvenliği, güvencesi ve sürdürülebilir gıda arzı anlamında da büyük bir sorundur. Sürecin başlangıç nedeni konusunda edinilen bilgilere göre, beslenme seçimlerinden dolayı ortaya çıktığı, kronik hasta profili üzerinde ölümcül etkileri olduğu aslında bu anlamda gıda ve sağlık ilişkisi bakımından yine beslenme temelli bir yanının olduğu aşikârdır. Küresel gıda sisteminin ve tüm süreç zincirinin en dayanıksız taraflarının ve kırılgan taraflarının da gözler önünde olduğu görülmektedir.

    Gıda güvencesi, arzı ve güvenliği, ulusal güvenlik politikamızın en önemli maddelerindendir.  Gıda sektöründeki elastikiyetin ve direncin sağlanmasında, gıda güvenliğinin ve yaşanabilecek öngörülmez küresel şoklara karşı uygulanacak sürdürülebilir gıda arzını sağlayacak ulusal güvenlik programlarının ve eylem planlarının oluşturulması bir zorunluluktur. Covid-19 ile beraber tüm dünyada var olan gıda sistemlerindeki tüm işleyişte sürdürülebilir değişiklikler yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Böylelikle 21’inci yüzyılda öngörülemeyen tüm risklerin olası kötü sonuçlarına karşı küresel gıda sistemlerinin mevcut direncinin yeterliliği, elastikiyetin artırılması için yapılması gerekenleri ortaya koymaktır. Sürdürülebilir gıda sistemi için Covid-19 ile gözlemlenen sorunların gözler önüne serilmesi ile bu sorunların aşılabilmesi için de çözüm önerilerinin denenmesi zorunluluk arz etmektedir. Türkiye’de pandemi nedeniyle gıda güvencesini sağlayabilmek adına alınan önlemler ile Türkiye’de tüm gıda sektörünün esnekliği, sürdürülebilirliği ve krizlere dayanıklı hale gelmesi; tüketicide artan güvenilirlik ihtiyacına uygun yöntemlerin tespit edilmesi ile sağlanabilir. Güvenlik ihtiyacındaki artış ise, gıda zincirindeki tüm halkaların elastik ve dirençli yapının kazanması ile aşılabilir.

    Covid-19 ile mücadelede alınan tüm tedbirler pek çok farklı açıdan savaş tedbirleri ile benzerlik taşımaktadır. Amerikalı ekonomist ve Columbia Üniversitesi öğretim görevlisi Joseph Stiglitz, pandemi sürecine dair alınan tüm bu tedbirleri tarif ederken, “Covid-19 pandemisi, köklü değişikliklerin önünü açacak savaş benzeri bir ortam yaratmıştır.” cümlelerini kullanmıştır (Stiglizh, 2020).

    Elbette bu savaş, gözle görülmeyen bir düşmana karşı yapılmaktadır. Belleğimizde yer etmiş tarihsel süreçten kalan ateşli silah türleri ve savaş politikaları da dünyanın, yaşamın ve insanlığın hizmetinde değildir. Elastikiyet, direnç ve sürdürülebilirlik kavramları ile beraber izlenebilirlik ile birlikte yükselen değer “güvenilirlik” olarak karşımıza çıkmaktadır. İzlenebilirlik; gıda tedarik zinciri ile beraber ülke vatandaşlarının hareketlerini izlemek ile devam etmektedir. Pandemi ile mücadelede tercih edilen en etkili yöntemlerden biri de sağlık sisteminin güçlendirilmesidir. Güçlü bir bağışıklık sistemi için etkin beslenme çözümleri önceliklendirilmelidir. Uluslararası ve ulusal yönetişim mekanizmalarının doğru tasarlanması, sonuç odaklı çalışmalarda yol gösterici niteliktedir.

Bu süreçte alınan tüm tedbirlerin hem sosyal hem de ekonomik boyutta maliyeti vardır.  Bu ekonomik maliyetler ve sosyal mecradaki önlemler sağlık sistemlerinde güçlü sayılan ülkelerde bir bile zorluk yaratmaktadır. Ülkelerdeki insanların evlerde kaldığı ve kısıtlama zamanlarında sahip olmaları gereken tüm temel hak ve hizmetlerde büyük aksaklıklar yaşanması, mevcut sistemin ve gıda işleyişinin yapısal manada ne kadar kırılgan olduğunu da gözler önüne sermiştir.  Küresel gıda tedarik zincirinde oluşan kesintiler, panik alımlarının da etkisiyle zaman zaman gıda sıkıntısı yaşanmasına sebep olmuştur.  Yaşanan bu yaygın aksaklıklar, tüketicinin gıda arzı konusundaki kaygısını da ortaya koymaktadır. Küresel gıda sistemindeki bu tür zayıflıklar, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkabilecek muhtemel yeni salgınların ve küresel risklerin doğuracağı sonuçlara karşı da hazırlıklı olunması gerektiğini ortaya koymaktadır.

    Hem ulusal hem de uluslararası anlamda hazırlanan güvenlik programlarının şekillenmesinde ana neden, aniden ortaya çıkan bu tür durumlar ve yaratabileceği risklerdir. 1970’li yıllardan bu yana devam eden sürece “Belirsizlikler Çağı” adı verilmektedir. Ekolojik sorunlar, iklim değişikliği, salgın hastalıklar, düzensiz göç, siber suçlar, yasaklı madde ticareti gibi yaşanan veya yaşanabilecek risklerin varlığı, beraberinde güvenlik ve güvenilirlik ihtiyacının değiştiğini ortaya koymaktadır (Stiftung, 2017). Tüm risk ve kriz ihtimallerine karşı yükselen kavram ise “insani güvenlik” kavramıdır.

Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Raporu’nda “insani güvenlik”  kavramını anlatan bir tanımlama yapılmıştır. Bu tanımlamaya göre, insani güvenlik; tüm salgın hastalıklar, ekonomik dar boğazlar, işsizlik, açlık, tüm yasadışı suçlar, yaşanan toplumsal çatışmalar, siyasi istikrarsızlık ve baskılar ve çevresel etmenlerinde bir risk faktörü olarak karşımıza çıktığını göstermektedir. İnsani güvenlik kavramı adına risk oluşturan 7 temel unsur bulunmaktadır (United Nations Development Programme, 2013):

1.      Tüm bireylerin, ekonomik refah ve özgürlükleri anlamında güvenlik ihtiyaçları adına bir kazanç kaynağına ve istihdama olan ihtiyaçları,

2.      Gıda güvencesi ulaşılabilirliği anlamında gıda hakkı, beslenme ihtiyaçlarına adil boyutta, ekonomik ve fiziki koşullarda ulaşabilme güvenliği,

3.      Tüm sağlık sorunlarında sağlık hizmetlerine adil ve ekonomik ulaşma özgürlüğü ve güvenliği,

4.      İçilebilir nitelikte temiz suya ve temiz havaya ulaşabilme güvenliği,

5.      Tüm tehlike ve risklere, doğal felaketlere karşı korunma anlamında çevresel ve ekolojik güvenlik,

6.      Tüm fiziki saldırı ve şiddetten sakınma ve korunabilme anlamında kişisel savunma güvenliği,

7.      Bir gruba veya topluluğa aidiyet halinde ise, baskı ve şiddete maruz kalmamak adına ulusal güvenlik anlayışımızı; temel siyasi temel hak ve bireysel özgürlüklerin korunması adına da siyasi güvenlik hakkı gibi yedi temel unsuru içermektedir.

 

“İnsan güvenliği” kavramının göz ardı edilemez bir ihtiyaç olduğu tüm devletler, siyasi otoriteler ve güvenlik kurumları tarafından benimsenmiştir. Ulusal savunma politikası, anavatan savunmasına ek olarak sivilleri giderek karmaşıklaşan tehditlerden korumayı da içerir (Godefroy, 2020). Hatta Çin, Fransa, İtalya, Güney Afrika gibi birçok ülkede Covid-19 salgını sırasında devletler, silahlı kuvvetleri salgınla mücadeleye katkıda bulunmaya çağırmıştır. Silahlı kuvvetler, sadece tıbbi destek sağlamakla kalmaz, aynı zamanda alınan sosyal mesafe önlemlerinin uygulanmasına da yardımcı olmuştur.

Kavramsal olarak ulusal güvenliğin akla gelebilecek tüm tehditlerle ve özellikle de makul bir maliyetle etkili bir şekilde başa çıkması gerekir. Öte yandan, insan güvenliği kapsamındaki belirsizliklerin büyük bir kısmını uluslararası tehditler oluşturmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak bağımsız ulus devletlerin güven ve huzurunu sağlamak da gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Bu zorluğu aşmanın yolu ise, “dayanıklılık” ve “esneklik” kavramlarından geçmektedir. Ulusal kaynakların yaklaşan tehditlere ve bunların toplumu ve çevreyi ne ölçüde etkilediğine direnmek için sürdürülebilir bir şekilde kullanılması gerektiği ve ulusal mekanizmaların belirsiz tehditlere yanıt vermek için esnek olması gerektiği kuvvetle vurgulanmaktadır (Fjader, 2014).

 

Covid-19, dirençli ve sürdürülebilir toplumların ortaya çıkmasında bir dönüm noktası gibi tanımlanmaktadır. Çünkü pandemi dünyada ender görülen bir dizi krizi de beraberinde getirmiştir. Salgını kontrol altına almak için alınan tedbirlerin yanı sıra finansal şoklar ve arz, talep şokları sonucunda küresel ekonomi de durgunlaşmıştır (Triggs ve Kharas, 2020). Ekonomik krizin düzelmesi, ulusal ekonominin direncini de belirleyecektir. Ulusal ekonomi şoklara ne kadar hazırlanırsa kriz de o kadar çabuk bitecektir (McKinsey, 2020).

Birleşmiş Milletler, 1987 yılında sürdürülebilirliği, “bugünün ihtiyaçlarını karşılarken, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını engellemeden gerçekleştirebilmek” olarak tanımlamıştır. Dayanıklılık, 2008 krizinden sonra ekonomi literatüründe temel kavramlardan biri haline gelmiştir.  Dünya Ekonomik Forumu’nda ise, en basit anlamıyla, ekonomik dayanıklılığı, "bir gerilim veya kriz durumunda toparlanma, daha büyük olan bir krizi aşma veya bunlardan kaçınma yeteneği" olarak tanımlamaktadır (Howell, 2020).

 Dayanıklılık kavramı güvenlik politikamızın savunma gündemine de girmiştir. NATO kuruluş antlaşmasındaki 3. Maddeye göre: "Bu antlaşmanın amaçlarına daha etkin bir şekilde ulaşmak için taraflar kendilerine etkili bir şekilde yardım etmeye ve silahlı saldırılara karşı bireysel ve toplu direnişlerini sürdürmeye devam edeceklerdir.” (NATO, 2018).

Bu açıklamadan, ittifak üyelerinin esnekliklerini artırmaları durumunda NATO'nun zayıf yönlerinin azalacağı anlaşılmaktadır. NATO, ayrıca, bugünün güvenlik ortamının öngörülemez olduğunun da farkındadır. 2016 yılında Varşova'da yapılan NATO zirvesinde, mevcut tehdit listesine yeni tehditler eklenmiş; üye devletlerden aşağıdaki yedi maddede ulusal dayanıklılıklarını artırmaları istenmiştir:

·         Temelde uygulanan kamu hizmetlerinin sürekliliği

·         Enerjide esneklik

·         Düzensiz göçün tam olarak kontrol altına alınması

·         Yiyecek ve su kaynaklarını korunması

·         Personelin, tesislerin ve malzemelerin sağlığı ve güvenliği

·         Sosyal İletişimde esneklik

·         Taşıma sistemlerinde esneklik

 

NATO’nun gündeminde olan “dirençlilik” kavramı ise, ulusal güvenliğin ayrılmaz bir parçası olarak görülebilir. “Dayanıklılık” kavramı ile öngörülemeyen ve beklenmeyen bu tehditlere karşı önleyici bir sistem uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda da güvenlik ve güvenilirlik anlayışının önemli bir parçasıdır. Ani ve öngörülemeyen şoklarla başa çıkmak adına da önemli bir rol üstlenmektedir. NATO, üye devletlere bu kapsamda enerji tesisleri, gıda ve su kaynakları, sağlık sistemleri, telekomünikasyon ve internet altyapısı ve ulaşım sistemlerini tekrar ele alan programlar hayata geçirmelerini önemle vurgulamıştır (Fajder, 2014).

“Ulusal direnç” ise, “bir ülkenin ve toplumun gelecekte her koşulda hayatta kalmasını ve istikrarını sağlayabilme ve tehditle başa çıkma yeteneği” olarak tanımlanabilir. Bunlara doğal afetler ve diğer acil durumlar dahildir. Ulusal dayanıklılık ayrıca acil durumlarda ve afetlerden sonra hayatta kalma yeteneğini ifade eder. Ülkeler bu amaçla çalışacak kurumlar oluşturmaya başlamışlardır. Örneğin; 2018 yılında Avustralya'da "Ulusal Dayanıklılık Çalışma Grubu" kurulmuştur (Kuper, 2020).

Bu zorlu süreçlerde bu tür görevleri üstlenen kurumlar savunma sisteminin önceliklerinden biri haline gelebilmektedir. Salgınlar, bulaşıcı hastalıklar, afetler; savaşlardan ve tüm çatışmalardan daha yaygın olduğu için daha fazla can alabilir ve daha büyük ekonomik kayıplara neden olabilir. 2017 yılında yayınlanan bilimsel araştırmalara göre, hava ve su kirliliği her yıl en az 9 milyon ölüme ve 4,6 trilyon ABD doları kayıba  neden olmaktadır  (The Lancet, 2017). Dünya Bankası'nın 2012 yılında yayınladığı bir araştırmaya göre, dünyada her dört ayda bir yeni bir bulaşıcı hastalık ortaya çıksa da, bu hastalıklar dünya ekonomisine her yıl yaklaşık 6,7 milyar ABD doları tutarında zarara neden olmaktadır (Grace, 2019). 11 Mayıs 2020 tarihi itibarıyla dünya çapında 4 milyondan fazla insanı enfekte eden ve 284 binden fazla ölüme neden olan Covid- 19 salgınının dünya ekonomisine 3,3 trilyon ABD dolarına ulaşan kayıplara neden olduğu bildirilmiştir (Ergocun, 2020). Worldometer.info adlı internet sitesinde yer alan güncel verilere göre, Haziran 2021 tarihi itibarıyla dünya çapında yaklaşık 180 milyon insan koronavirüse enfekte olmuş; yaklaşık 4 milyon kişi virüs sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Pandeminin küresel ekonomiye zararının ise 8 trilyon doları geçtiği tahmin edilmektedir. Sadece 2019 yılında, doğal afetler on binlerce ölüme ve milyarlarca dolar zarara neden olmuştur. Bir araştırmaya göre, 2019 yılında 7 doğal afet yaşanmış; 10 milyar dolardan fazla zarara neden olmuştur (Aid, 2019).

Öte yandan, ulusal güvenliğe yönelik belirsiz tehdidi ortadan kaldırmak için ulusal direnç yeterli değildir. Tanım olarak; dayanıklılık ve geçici tehditleri azaltmak için gerekli bir koşuldur. Tehditlerden kaçınmayı veya tehditleri tamamen ortadan kaldırmayı içermemektedir. Bunun için sürdürülebilir bir sistemin kurulması gerekmektedir. Bunlardan biri de sürdürülebilir ve esnek bir gıda sistemidir.

 


Daha yeni Daha eski

نموذج الاتصال