Sürdürülebilirlik, günümüzde adını sıkça duyduğumuz bir kavram olsa da, aslında tarih sahnesine ilk çıkışını Alman muhasebeci ve maden işletmecisi Hans Carl von Carlowitz'in "Sylvicultura oeconomica, oder haußwirthliche Nachricht und Naturmäßige Anweisung zur wilden Baum-Zucht" adlı kitabında buldu. O zamanlar, ormancılık sektörü bağlamında kullanılan bu terim, günümüzde iş dünyasının vazgeçilmez stratejilerinden biri haline gelmiştir.
Uluslararası Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'nin (IUCN) 1980 yılındaki genel kurulu sonrasında ortaya çıkan Dünya Koruma Stratejisi belgesi, sürdürülebilirlik ve kalkınmanın kesiştiği bir noktada önemli bir kilometre taşıdır. Ancak sürdürülebilir kalkınmanın tanımının belirginleşmesi, 1987 tarihli Brundtland Raporu ile gerçekleşti. Bu rapor, "Ortak Geleceğimiz" olarak adlandırıldı ve sürdürülebilir kalkınma teriminin popülerleşmesine öncülük etti.
Sürdürülebilirlik konusundaki bilincin artmasıyla birlikte, 1992 yılında Rio de Janeiro'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda (UNCED) Gündem 21 adında bir eylem planı ve önemli uluslararası sözleşmeler ortaya çıktı. Ancak sürdürülebilirlik, yalnızca devletlerin değil, aynı zamanda şirketlerin de gündemine girmiş durumda.
2000'lerin başından itibaren, tedarik zincirlerinde sürdürülebilirlik konusuna daha fazla odaklanılmaya başlandı. Bu dönemde, çatı iş örgütlerinden sektör derneklerine kadar birçok özel sektör kurumu, sürdürülebilirlik gündemini ilerletmek ve kurumsal farkındalıkları artırmak için önemli çalışmalar yürüttü. Her geçen yıl, şirketlerin sürdürülebilirlik raporları hazırlamaya başlaması ve bu konuda yapılan etkinliklerin artması, sürdürülebilirlik konusundaki farkındalığın arttığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak, sürdürülebilirlik konusundaki bu çabaların karşısında zamanla yarışıyoruz. Üretim ve tüketim alışkanlıklarımızın hızla değiştirilememesi, tüm bu çabaları riske atıyor. Halihazırdaki üretim ve tüketim biçimlerimiz, aslında düşündüğümüzden daha hızlı bir şekilde olumsuz sonuçlara götürebilir. Bu nedenle, sürdürülebilirlik konusunda radikal ve acil dönüşümlere ihtiyaç duyuyoruz.
Geleceğimizi şekillendirebilmek için bilimsel bilgiye olan ihtiyaç da bir o kadar önemli. Sorunları çözebilmek için onları iyi tanımlamak ve anlamak ilk adımdır. Bu noktada, "100 Maddede Sürdürülebilirlik Rehberi" gibi kaynaklar, anlama, öğrenme ve gelişim süreçlerinin bir parçası olarak kabul edilmeli.
Sürdürülebilirlik, sadece bir trend değil, aynı zamanda geleceğimizi şekillendirecek bir strateji. Umarız, bu çaba ve süreçler, gelecek nesillere daha sürdürülebilir bir dünya bırakmak adına anlamlı bir katkı sağlar.